Babaya Veda.

Zordur babaya veda. En az babanın kızına vedası kadar. Öyle başka vedalara benzemez.
Gülen gözlerinin ardına gizlenmiş yaşları vardır. Sen nazlı, nazlı süzülürken,h er seferinde bir şeyler kopar babanın yüreğinden.
Hani anlatacak olsa kızına vedayı, kelimler kilitlenir kalır babanın dudaklarında. Yalnızca; -‘’Kızım gidiyor’’der. -Prensesim uçuyor yuvadan.
Zordur babaya veda .En az babanın kızına vedası kadar.
Senin yakılırken eline kına, baban hatırlar dizinin ilk yarasını, ilk adımını, doğumunu.
-Ne zaman büyüdün kızım ? der.’’-Kızım uçuyor yuvadan’’.
Sen nazlı ,nazlı süzülürken gelinliğinle, gözlerin mutluluktan körleştiğinde, heyecan ve kalabalıktan büyülendiğinde, babanın onca kalabalıkta gördüğü yalnızca kızıdır. Senin düğününden hatırlayacağı tek şey sensindir. Alamaz, ayıramaz gözünü kızından. Saklayamaz, gizleyemez bakışlarını. Gizleyemez gözlerinde kızına vedanın, uğurlamanın, mutlulukla, gururla ve hüzünle karmakarışık halini.
Erkekler ağlamazmış! Hangi kendini bilmez söylediyse. Bu yüzden içine, içine akar babanın gözyaşları.
Zordur babaya veda. En az kızının babaya vedası kadar. Zordur işte. En çok baban alkış tutar nikah masasında EVET ! dediğinde. En güzel gelin sensindir onun için. Duvağın,telin,kınan batar işte . Batar babanın yüreğine.
Babanın saçları aklanmışsa eğer, ak tellerinde kızı da vardır. Ee!kolay değil büyütmek . Kolay değil kız babası olmak. Hep aşık olacağından korkmuştur kızının. ’’-Yok canım ! Vermem kızımı kimselere ‘’der. Bir gün gelir alır, götürür biri. Koparamaz senden ama kızının kalbinin yalnızca bir parçası sende kalır.
Zordur babaya veda . En az kızının babaya vedası kadar. Kızı yuvadan uçmuştur. Kızının yatağı boş, evde bıraktığı bir kaç kıyafeti, tokası, terlikleri kalmıştır geride. Ama ev kızı kokar. Buram,buram kızı .Kızının evinde de babaya ait bir şey yoktur. Yeni bir gün gibi taptazedir ev. Baba eksiktir o evde.
Ama babanın kanatları o çatının üzerinde.
Zordur babaya veda.En az babanın kızına vedası kadar….

Sahipsiz Mezarlıklar.

Diri, diri gömdüğünde kalbine, ruhuna kişileri ve hatıraları bir zaman sonra burnunun direğini sızlatan,iliklerine kadar işleyen hasretin kokusu sarar benliğini.

Hani polisiye filmdeki üstü örtüldüğü düşünülen cinayetlerin çözülmesindeki o koku gibi karmakarışık.

Ne mezarı vardır, ne de toprağının üstünde biten otlar. Ne de mezar taşı.

Öldü bitti gitti dersin. Taziyeleri kabul etmediğin bir baş sağlığı,ruhuna rahmetler okuyamadığın.

Ne salası vardır,ne kırkı ne elli ikisi .Ne de bayram ziyaretleri.

Ruhuna gömmek hem de diri ,diri sahipsiz mezarlıklar gibi.

En çok ta yağmurlu havalarda hatırlıyorum,ruhuma gömdüklerimi.

Ya yağmur vardı gittiklerin de ya da benim gözlerimden yağmur gibi yaşlar aktı.

Yağmur yağar toprak kokar şehir ,benim burnumun direğini onların kokuları sızlatır.

Ana kokar, baba kokar, kardeş kokar, yar kokar.

Çocukken de sevmezdim yağmurları .

Annemin hayıflanması hala kulağımda.

Kış geliyor yakacak derdi.

Büyüdüm gitti hala korkarım gök gürültüsünden ,sevmem yağmurları .

Değişen bir şey olmadı bende de annem gibi ekmek kavgası.

Üstüne bir de ruhuma gömdüklerinin kokusu.

Rahmet yağıyor oysa ağaçlar çiçekler ve toprak susadı.

Güneş dinlenmeli biraz .Kuşlar başka şehirleri özledi.

Sen nazlana dur yağmurları sevmem diye .

Toprak, yağacak yağmura gebe.

Diri ,diri gömdüklerim bir kenara yeni doğumlar oldu yüreğimde.

Sancısız ,dikişsiz.

Her şey normal görünüyor şimdilik.

Büyüyor yavaş ,yavaş yüreğimde doğanlar.

Sonbahar’a gözünü açtı yüreğimde doğanlar.

Kim bilir ? yaz geldiğinde hiç yaşanmamış olurlar.

Sahipsiz mezarlıklar gibi terk edilen duygular.

Sevdalar Kilitli Sandığında.

Malatya’nın köyünden Zeynep’ in hikayesi. Beş çocuklu bir ailenin kızı. Talihsizliği belki de kız çocuğu oluşu. Hani kız kısmı okuyup ta ne yapacak ? Yetmiyor gibi, sebepte çok ikna edicisinden. Çiftçi baba defter alsa kalemi, kalem alsa pabucu, nereden alacak ? Tek de Zeynep değil çocuğu. Karınlarını doyuruyor ya, o en büyük başarısı babanın. Zaten on altısına gelmeden kısmeti de çıkacak Zeynep ‘in. Bir tabak eksilecek sofradan. O zamana dek ya tarla’ da çalışacak, ya da koyunları güdecek. a

Hem kalabalıkta aile. Eli iş gören küçük kadın, hiç de fena değil köy yerinde. Bakıp duracak her gün. Okula gidenlerin peşi sıra. Defterin, kalemin, siyah önlüğün hayalini kuracak, uykuya dalmadan önce. Kitap kokusu sızlatacak burnunun direğini. Günler, aylar birbirini kovalaya dursun. Tek harf öğrenmeden büyüyüp gidecek Zeynep.

Kalbi de onunla birlikte, sevdayı yüklenecek kadar, sevecek kadar büyüyecek. Ayıptır köy yerinde. Öyle buluşmalar ne kelime ? Sevdalar kilitli sandığında, yürekte gizlenmekte. Tek harf öğrenmeden, sevdasını dökemeden kaleme, utanıp söyleyemeden sevdiğini, evlendirirler gencin biriyle. Zeynep mutlu, en azından evlenmiştir sevdiğiyle. Ama, yüreğinin bir kenarına gömdüğü okuma sevdasını, sevdalısına kavuşmanın mutluluğu bile dindiremez. Evladı olmuştur. Üstelik beş tane. Evlat sevgisi bu. Neyle kıyaslanabilir ki?

Evlatlarına duyduğu sevgi bile, okuma sevdasının dinmesine yetmeyecektir zaman geçtikçe. Çocukları büyüyüp okul çağına geldikçe, yüreği başka çarpar Zeynep ‘in her seferinde. Çocukları okuyup ,yazdıkça ve tek harf bilmediğinden ,onlara yardım edemediğinden, tutkusu, mahcubiyeti, yoksulluğa ve babasına isyanı büyümektedir. Beş çocuğunu da okutmuş, Üniversite eğitimlerini tamamlayıp, elleri ekmek tutana dek evlatları için hiç bir fedakarlıktan kaçınmamıştır Zeynep.. Üstelik pek de idare bilmeyen bir eşle, tek harf, tek hesap bilmeden, geçindirmiştir evini.

80′ li yıllarda, ev hanımlarının çoğunun evlerinde deri kesip, aile bütçelerine katkıda bulunup, deri atölyelerinin zenginleştiği dönemde deri de kesmiş, ekmek kavgası da vermiştir Zeynep.

Zeynep artık ellili yaşlarında… Anneanne bile olmuştur. Ama çocukları pek de üstünde durmamıştır. Annelerinin okur – yazar olmayışının. Biri bir türlü, biri öbür türlü, öğretmeye çalışsa da okumayı söktüremeden, bir kenara çekilmiştir. Kendini yetiştirmiş, zeki bir kadın olduğundan belki de çocukları eksikliğini hissetmemiş bu durumun. Bir yere gidilecekse ,oğulları götürmüş, getirmiş. Otobüse her binmesi gerektiğinde hep sormuş. Yanlış duraklarda indiği çok olmuş. Hiç vazgeçmemiş ama hep bir fırsat kovalamış. Şimdiye kadar zamanını ayıramamış.

Beş çocuk, geçim derdi, ekmek kavgası derken ertelenmiş okuma sevdası, Ta ki M.E.B. ‘nın ” OKUMA- YAZMA BİLMEYEN KALMASIN !”.KAMPANYASI!”. Oluşturulana dek. Zeynep ce…

Penceresiz Odalar.

Güneşi olmaz penceresiz odaların.
Rutubete gebe, karanlığa mahkumdur.
Güvercinlere hasret.
Penceresiz odalardan dünyayı hayal edenlerin ışıktır, güneştir, denizdir emeli.
Yoldan geçenlerin yürüyüşleri özlemidir.
Her şey den önce gökyüzüdür hasretleri.
Penceresiz odalardan daha karanlıktır ama penceresinden bakmayı bilmeyen zihniyetlerin dünyası.
Onların , pencerelerinin perdelerinin gülleri yoktur.
Hoş !olsa da gülleri göz ardı ederler.
Pencerelerinin camlarının tozlarını silmek istemez görmezden gelirler.
Çünkü o tozlar gizler gerçekleri.
Gerçekleri görmek istemezler.
Oysa; buğulu camdan bakmak var dışarı,bir de aydınlıktan.
Nasıl görmek isterse insan öyle bakar.
Öyle ya bir Leyla var ki Mecnun’u çöllere düşüren.
Mecnun hangi pencereden ?, hangi gözle ?baktıysa artık.
Bu görmektir bence.
Penceresiz odalardan ışığı görebilmek gibi gönül gözüyle.
Penceresiz odalarda güneşi cebine saklamak gibi, umutları biriktirmek gibi,yarine sarılmak gibi hayalinde.
Yeni doğan bebeğe dokunmak ve onu koklamak gibi,hiç doğmayacak bebeği özlemek,doğmuş bebekleri bağrına basmak gibi,yediğin tabağa tükürmemek gibi,edepsizleşmek gibi, ama sadece aşklarda.
Unuttum demek gibi,oysa ki kanarken yaran.
Gençlik gibi,soluk gibi,hasret gibi benim penceremden baktığımda gördüklerim.
Yağmur duasına çıkanlar gibi penceremin önünden geçenler…
Gözlerini çevirmeden, yummadan, gönül gözlerini kapamadan,kulaklarını tıkamadan,çiçekli perdelerini ardına kadar açıp,camların tozunu ,buğusunu yok edip,baktığın gibi değil,gördüğün gibi,elini de vicdanına koyup, penceresiz odaların kökünü kurutmak istercesine anlamaya çalış dünyayı.
Düşüncelere duygulara ,eserlere ve gülümsemeye tecavüzün elini ,kolunu sallaya sallaya dolandığı bir Dünya ‘da penceresiz odalar kaçınılmaz gibi görünse de biraz anlayış Dünya’nın hakkı bence.
PENCERESİZ ODALAR DÜNYA’NIN DEĞİL,İNSANLIĞIN AYIBI…

Yazabilseydim.

Yazabilseydim eğer;
İlham perilerim kelepçelemeseydi cümlelerimi, kulağıma ‘’–Sus! Aman yavaş!’’ demeselerdi, ant içmemiş olsaydı kalemim,tövbeli olmasaydı mürekkebim,tütünüm yarı yolda bırakıp, kahvem her seferinde soğumasaydı,çaydanlığı yine ocakta unutmasaydım, Zafer’im geceleri ansızın uyanıp ‘’-Susadım anne’’ demeseydi bana, cebimde taşıdığım ilham perilerim sırtlarını dönüp uyumasalardı, bazen martıların bazen vapurun sesi çıkarmasaydı yüreğini yerinden kalemimin, hiç yüzünü görmediğim ama aynı türküsünü defalarca dinlemekten bıkmadığım sanatçının çaldığı enstrümanının tınısı acıtmasaydı yüreğimi ve o bile gecenin sessizliğinde yasak olmasaydı, ‘’-Aman komşular uyanmasın!’’diye, oysa ilham veriyordu haberi olmadan bunca zaman,yasaklı olmasaydı kelimeler, ayıp günah ,yasak olmasaydı,ön yargılar olmasaydı ve korkmasaydım çözülmekten, övgüden sevgiden yüzüm kızarmasaydı,memleket zor günlerden geçerken ve biz karanlık kuyularda iken haykırılacak itiraflar varken,seçimler yaklaşmış ve dert mevki olmuş iken, Ooo! Ucuz ucuz satılıyorken dostlar, yarı yolda bırakılıyorken hayatlar,korkarım dedikçe bende korkmasaydım şarkı sözü ile birlikte,’’-Hadi canım sende ! ’’ demeyeceğinizden emin olsaydım eğer, dava ekmek olmuşken,barışa hasretken insanlar,oluk oluk akıyorken kanlar, ceset torbasının içindeki yavrusunun yüzünü öpen babanın yüzü gözümün önünden gidebilseydi eğer,daha önce yazdığım gibi’’Gidesim gelir ‘’ dediğimde gidecek yerim olsaydı ve gidebilseydim ki çoğunuz ’’Gitme!’’demiştiniz ama gidebilseydim, tüm bunları yazmışken ve hiç susmaya niyeti yok iken kalemimin , bu kadar cesaretlenmişken ilham perilerim,göz hapsinden kurtulmuşken, izin çıkmışken bu gecelik onlardan yazabilseydim eğer; Aşkı,hasreti, sevdayı, gurbeti ’’anlayın işte be!’’ kalp atışlarımı yazabilseydim,size insan olmanın mükemmeliyetinden bahsederdim.
Öldüren değil, YAŞATAN! Döven ,söven tecavüz eden değil,SEVEN!
Elini çeken değil , UZATAN!
Ekmeği çalan değil, PAYLAŞAN!
Satan,satılan değil,ETTEN KEMİKTEN OLAN !
göğsümüzün solunda bir kalbimiz olduğundan, hepimizin masum doğduğundan ama masum kalamadığımızdan bahsetmek isterdim.
Düşünen,konuşan,koklayan,eken,biçen,üreten,toplayan,seven,sevdalanan,doğuran , büyüten,üşüyen acıkan,yorulan,ne bileyim işte?insan olduğumuzu hatırlatmak isterdim. Gökyüzünü,güneşi,çiçeği,böceği hak ettiğimizi söylemek isterdim.
Ağladığımız gibi gülebildiğimizi,gülümsediğimizde ne kadar güzel olduğumuzu söylerdim.
Siyahı,beyazı alevisi sünnisi,lazı çerkezi ile her birimizin ne kadar güzel olduğunu söylerdim.
İnsanlığın bahşedildiğini,,dünyaya gelişin mükafat olduğunu, aslında aynı gökyüzü altında nefes aldığımızı anlatmak isterdim.
Yazabilseydim eğer,yazmaktan da öte inandırabilseydim ,şimdi sana, size ‘’SENİ SEVİYORUM’’ derdim. Cesaret edebilseydim eğer,’’- Benden sana zarar gelmez! Sen de beni sev ! ‘’ derdim. İnan bana sevmek,sevilmek paha biçilemez.insan olmak gibi.
Ve ücreti yok! İnan elin cebine gitmeyecek seni seviyorum derken.
Şimdi bu yazdıklarımı okuduysan sonuna dek;Hadi dene !yanındakine’’ seni seviyorum ‘’de.Belki insan olduğumuzu, yaşanmayı hak ettiğimizi hatırlatmış oluruz birbirimize. Hadi korkma ! İlk söyleyen ben olayım yine .
SENİ SEVİYORUM
SENİ SEVİYORUM
YAZDIKLARIMI OKUYAN!

Kuralsız Mektuplar.

Aramızda mektup yazmayan yoktur sanırım. Hani pulunu tükürüğünle yapıştırdığın. Yol gözleten mektuplar. Küçüklerin gözlerinden,büyüklerin ellerinden öperek yazılmaya başlanan mektuplar. Öznenin, yüklemin, noktanın, virgülün, pek yerinde olmadığı ama hasretin, özlemin, sılanın, gurbetin tam anlamıyla barındığı mektuplar. Gideceği adresi, gideceği kişiyi postacının ezber ettiği, kısa cümlelerle dolu, içinde özlemi barındıran, uzun upuzun mektuplar. Kuralsız ama sevdalıya ait mektuplar. Aşığın koynunda sakladığı, okurken ağladığı, yazanında yazarken gözyaşları ile satırları ıslattığı, öyle aşk kokan mektuplar. Ah! Bir de asker anasının yazdığı mektuplar var ki ; yürek burkar. “-Allah’a emanet edip yolladım seni’’ diye başlayıp, “-Allah’a emanet ol! Biz buralarda iyiyiz” diye biten mektuplar. Okur yazarlığı da yoksa asker anasının, köy yerinde ise üstelik muhtara, bakkala rica minnet yazdırdığı mektuplar.  Eşe, dosta hal hatır sormak için yazılan, kendi halini anlatan mektuplar da var tabi. İçine çoluğun, çocuğun fotoğrafının da sıkıştırıldığı. “-Bak amaca oğlu büyüdü benim çocuklar” Bir de mahkumdan gelen mektuplar var ki; üzerinde “GÖRÜLMÜŞTÜR” damgası.

Eskiden maddi sıkıntı yaşandığında uzaktaki akrabalardan, anadan, babadan mektup yazarak borç istenirdi. Şaşırmayın! tanık oldum ben. Babamın, Büyükbabama halini arz edip; “-Kış geldi baba . Odun kömür alamadım” diyerek,bir taraftan da dişini,yumruğunu sıkarak yazdığı, yazdığı cümlelerden mahçupluk duyarak,  “-Acele cevap bekler, hasretle ellerinden öperim. Anama da selam söyle bizden” diyerek bitirdiği mektuplar. Kuralsız mektuplar. Hastalığı,kötü durumu bildirmek gerektiğinde söze nereden başlanacağının bilinmediği satırlar. Sevinçlerin,hüzünlerin uzun zaman aralıklarına sıkıştırıldığı, yolunun gözlendiği mektuplar. Postacı ile seni dost kılan mektuplar. Hele bir de güzel haber getirmişse postacı; böreklerin,ayranların ikram edildiği, “sen de güzel haberler alasın” diyerek dua edilip postacının uğurlandığı mektuplar. Şimdi ne mektup kaldı! Ne de tebrik kartı! Teknoloji ile sohbetler, teknoloji ile haberleşmeler. Teknolojiyi şeytan icadı görenlerden değilim. Asla! Aksine sizlerle bu kadar hızlı iletişimde olmaktan mutluyum. Sanırım postacının adresime getirdiği mektuplar sevgiyi, aşkı, özlemi, hasreti ve de dostluğu barındırmadığından üzgünüm.! Postacılar artık faturaları taşıyorlar. Hal böyle olunca eşten, dosttan iki güzel kelam duymak, görmek isteyince eskiden yazılan mektuplar geliyor insanın aklına. Öyle mektuplar ki; selam sabah bitince altına imzanın da atıldığı.

Şimdi bir mektup yazıp göndersem sana, şaşırırsın! Bir çoğunuzun; -Hay Allah! deli kız şaşırdın mı? -Niye aramadın? Ya da –Mesaj niye atmadın? diyeceğinizden eminim. Hiç te belli olmaz benim sağım solum. Bir bakmışsın postacı. Elinde mektup. Gönderen: Cemile Kuralsız hem sana, hem de eskiye hasretle yazdığım satırları barındıran,içinde kocaman sevmelerin olduğu,sana yazdığım mektup. Ben yazmasına yazarım sana da sen cevap yazar mısın ? Bilemem! Kaçımızın  ellerinde,kuralsız mektupları yazdığımız mürekkebin izi kaldı ?

Postacı Yıldızlar.

Güneş göz kamaştırıyor olsa da , aydınlık paha biçilemez olsa da ,mahkumun da amanın da hayali güneş olsa da ,ben gecenin de tadını çıkarın derim. Postacı yıldızları vardır gecenin. Ayaklarına mektuplar bağlanan güvercinler ,okyanusta mektupları taşıyan şişeler gibi adresi şaşırmazlar. Yeter ki sen doğru kişiye gönder . Yeter ki samimi olsun gönderdiklerin. Tene ,cebe değil cana, canana ise gönderdiklerin öyle bahşiş filan da istemiyorlar. Geçenlerde uzakta bir sevdiğime selam göndermek istedim; “-Bu da bizden olsun” dediler. Tüm kararmış kalplere merhameti göndereyim dedim; henüz cevap yok ama ümitliyim yine de. Özgürlüğü göndermeyi denedim; çarpmış yıldızlar tel örgülere. Adaleti tutuşturdum yıldızlara;kalemler kırılmış.Benim postacı yıldızlar ağlayarak döndüler ertesi gece gökyüzündeki yerlerine. Küçük kız çocuklarının yüzlerini,yıldızlara çiziyorum her gece. Bazen el sallıyoruz birbirimize.
Birkaç gündür hüzünlü postacı yıldızlar. Bayram gecesi ağlayan çocukların gözlerini görmüşler. Annesini, babasını sonsuzluğa uğurlayanların hüznünü görmüş postacı yıldızlar. Avludan gökyüzüne ulaşan, özgürlük için yakılan figanları, ağıtları duymuşlar.Yetimin rüyasında babasını görüp, ağlayarak uyandığını görmüşler. Yetimhane camında, hiç görmedikleri annelerini bekleyen çocuklar görmüşler benim postacı yıldızlar.

Hayat kadını diyerek ötekileştirdiğimiz kadınların, cami avlusunda ellerini açıp, Allah’tan af dilediklerine şahit olmuşlar benim postacı yıldızlar. Çocuklarına bayramlık alamayan kadının hüznünü, yine başka bir kadının inandığı din gereği, verdiği fitre ile sevinen çocukların gözlerini görmüşler benim postacı yıldızlar. Hiç mi dostuna, hiç mi sevdasına selam göndermek isteyen yok? – Yoksa ışığımız sönecek! dediler. Hey! durun! ben varım! dedim. Bu bayram da göremediğim tüm uzaktaki sevdiklerime benden sevgi selam iletin. Şafak sökecekken, siz veda edecekken gökyüzüne, ezan saati melekler sardığında şehri; Siz postacı yıldızlar ahretteki Gürbüz ağabeyime kocaman sevgi selam benden. Bu bayram da tatsız tuzsuzmuş, evden dışarı çıkmamış Cemile deyin. Bu bayramda seni çok özlemiş. Bu bayram da yokluğunu en derinden hissetmiş. Şimdi bu satırları okuyan sen; Yıldızlardan sevgi, selam yolluyorum sana. Yok mu yaşadığın yerde pencere? Arada kaldır başını bak gökyüzüne.!  Ya da avuçlarını aç! Konacaktır ellerine. Postacı yıldızlar hiç şaşırmazlar adresimi. Bilirler aynı yerde kahvem, tütünüm, kalemim, kağıdımla bekliyorum tüm gelecekleri. İstersen benim postacı yıldızlarla, istersen gökyüzünde seçtiğin diğer yıldızlarla sevgini, selamını, hayalini, kalbini, ne varsa göndermek istediğin bana gönder.  Bekliyor olacağım, avuçlarımda tutmak üzere gece olduğunda….

Kırmızı Pabuçlu Bayramlar.

Bayrama günler kala çocukıluğumuzdaki bayramlar geldi aklıma.
Evlerin dip köşe temizlendiği, komşularla toplanıp baklavaların açıldığı, bahşiş konacak mendillerin nakışlandığı, bayramlıkların alındığı, misafirlere ikram edilecek şekerlerin konulacağı, çiçekli cam şekerliklerin vitrinden çıkarıldığı, günler öncesinden eşe, dosta, akrabaya tebrik kartlarının
posta ile yollandığı, mahalleye kurulacak seyyar lunaparkın heyecanının, çocukların yüreklerinden evvel gözlerinde görüldüğü, küslerin barıştığı, yüreklerin, ellerin buluştuğu bayramlar geldi aklıma.

Hele ki; bayram sabahı bayram namazından dönen babaların, ellerindeki ekmeğin kokusu gitmiyor burnumdan.
Radyo da çalan şarkı malum. Barış Manço ağabeyden “BUGÜN BAYRAM”.
Nasıl da unutuyordum! Arpa tanesi kadar büyüyelim diye arefe suyu ile yıkandığımız bayramları.
Baş ucumuzdaki yepyeni kıyafetler bunların hepsi bayramdı, bayram heyecanıydı.

Ceza evindeki açık görüşler.Komşu teyzenin sevinç hüzün karışık gözyaşlarını sile sile, burnunu çeke çeke, ceza evi ziyaretinden döndüğü bayramlar.
Hüznüne rağmen mahallenin çocuklarına bahşiş ve şeker vermeyi ihmal etmediği bayramlar.
Öyle ya bayramdı. Gülmesi gerekiyordu çocukların gözlerinin.
Kabristan ziyaretinden dönenlerin, ”bu bayramda sensizim anne!” ”bu bayramda sensizim baba!” diye figanları hala kulağımda.
Anasından, babasından uzakta kaç bayram geçirdi? saymadım ama annemin bu bayramda göremedim anamı deyişi ve gözlerinin doluşu çıkmıyor aklımdan.

Maaşını alamayan emekçinin, çocuklarına bayramlık alamayışının hüznü de kaçmamıştı gözlerimden, çocuk olmama rağmen.
Oysa kırmızı pabuç hayaliydi evin küçük hanımının.
Baklava açmayı bırak, şeker girmeyen evlerin bayram hüznüne tanık oldu bu gözler.
Ama her şeye rağmen bayramdı. Yoksulluğu unutup, gülüyordu gözler.

Bayram günlerinin  yıllık izinle birleştirilip, havuz kenarında, tatil köyünde, lüks otellerde geçirilmediği, adının tatil değil, bayram olduğu ve bayram gibi yaşandığı günler,benim çocukluk bayramlarımdı.
Ya da memleketine giderdi insanlar. Şimdi yüreklerde hem bayram, hem de memleket hasreti var.

Bizim evde bayram demek; annemin evde oluşu demekti. İşe gitmeyişi demekti.
Gelen giden konuklar, kurulan sofralar demekti. Benim misafir gelen teyzelerin topuklu ayakkabılarını giyerek, evimizin bahçesinde elimde saç fırçası ile konser vermem demekti.

Bayram; ”kırmızı ” demekti.” Kırmızı ayakkabı” demekti. ”Kırmızı ayakkabı hayali kurmak” demekti.
Çocuktuk işte her gün bayram olsa derdik.
Sonra bir söz öğrendik.” DELİ YE HER GÜN BAYRAM.”
Sorumsuzlara ithafen söylendiğini nereden bileyim? Deli olsaydım dedim.
Her gün annem evde olurdu. Her gün kırmızı ayakkabılarım. Her gün bahşiş. Her gün şeker .
Ohh ne güzel !
Her gün luna park diyemiyorum. Çünkü luna parkları uzaktan izledim ben.

Bizim lunaparkımız, Büyükbaba’mın elleriyle yaptığı üstü kaygan sehpa idi.
Üzerinde oturur, bacaklarımı uzatırdım. Ağabeyim bacaklarımdan tutar, benim eksenim etrafında döner, beni de döndürürdü. Sözüm ona dönme dolapta idik.
”-Küçük hanım parasını verir misin ? ” dediğinde, cebimdeki şekerlerden verirdim ona.
Mutluyduk aslında. Ya da ne bileyim? Ben çocukken de seviyormuşum gülmeyi.
Oysa için için üzülürdüm. Ama rüyalarımda dönme dolaba da bindim, atlı karıncaya da.

Eski bayramlar nerede ? diyecek kadar yaş almadım.
Eski bayramları yaşayacak kadar heyecanlı değiliz belki de.
Ne bileyim? Sevinmek mi pahalandı ? yoksa dostluklar mı?

Bayrama günler kala siz dostlarla sağlıkla, sıhhatle daha nice bayramlarda birlikte olmayı diliyorum.
Barışın, huzurun olduğu bayramlar diliyorum.
Şimdi çocuklar baş uçlarına koymasalarda arefe gecesinden kıyafetleri, bizim kadar coşkuyla ve heyecanla beklemeseler de bayramları, ben çocukların ölmediği ve gözlerinin parladığı, güldüğü, şekerli, bahşişli ve luna parklı bayramlar diliyorum tüm çocuklara…

Ay, gün kavramının olmadığı,
Bir bayramdı.
Ya da ben hatırlamıyorum şimdi,
Ayını, yılını.
Bir bayramdı ve bana,
Kırmızı ayakkabı alınmıştı.
O zamandan belliymiş rengim.
Ve o ayakkabılar, ilk günden çalındı.
Hala aklıma geldikçe üzülürüm.
HEY!
Kırmıızıı ayakkabımı çalan
Umarım;
Kendine ve çocuklarına
Ayakkabı alacak güçtesindir.
Çalmadan, üzmeden, kırmadan,
Kırmızı ayakkabılı bayramlara….

Bir Dilek Tut!

 BANA YALAN SÖYLE YA DA BİR DİLEK TUT! İÇİNDE UMUT OLAN…

Nedendir bilinmez kimse yoğurdum ekşi demez.Öyle ya; dili damağı buruşsun istemez kimse.

Çok basittir aslında herkes masum.Bu sebeble belkide ”kandırıldım” yalanına sığınırız.
Oysa sen istemedikçe kandırılamazsın.İnanmak istersin,inanmayı seçersin ve inanırsın.
Fakat karşındaki çiğ süt emmiştir unutursun bunu.İnancın ihanetidir kandırılmak.

Sevildiğine inanırsın.Çünkü paha biçilemezdir sevilmek.
”Sevildiğin kadar sevilirsin” derler ya  bu da yalan.Ne çok sevdiklerimin hançer izleri sırtımda.
Dostun olduğuna inanırsın.Bedenen yan yana olmadığında,ruhunu taşırsın ruhunda.
Ooo! dersin,çok eskiye dayanır tanışıklığımız. Biz çocukluğumuzu paylaştık.
Oysa sen aşikar bağırırken dostunun adını,o kısık sesle seslenmiştir sana hep
Kısmet değilmiş dersin yaşayamadıklarımız.
O da mı kandırdı seni?
Tabi ki hayır.Sen inanmayı seçtin onun dostluğuna.
Kimbilir ?Eski bir tanıdık deseydin,yüreğinde ona ayırdığın yeri iyi tahlil etseydin,bugün bu kadar yanmazdın.

Yarınlara inanırsın ama yaşadığın her gün, dünün yarınıdır.
Zaman da mı kandırdı seni?.Hayır!.Yarınlara umut ekmeyi sen seçtin.
Seni senden başka kimse iyi tanıyamaz .Bilirsin gözyaşını da,kahkahanı da,damağının tadını da.
Sevdiğin sevmediğin her ne varsa en iyi sen bilirsin.
Aşık olduğunu kalbin,doyduğunu miden söyledi bunca zaman sana .
Hal böyle iken şimdi soruyorum sana:
Seni  senden başka kim kandırır?
Kocaman yalanları sana senden başka kim söyler?
Akıyorken gözünden yaş,”ağlamıyorum gözüme toz kaçtı” diyen sen değil misin?
Üzüldüğünde,sevindiğinde, sinyal çakmıyor mu kalbin ?
Öyle ise ”kandırıldım ” diye neden figan edersin?

Kendini suç üstü yakalamak,yargılamak ve ruhunun dibindeki zindana hapsetmek,kocaman yürek ister.
Ayna ile buluştuğunda gözlerin,göz göze geldiğinde kendinle,yüreğinle ve vicdanınla mahkeme yapmak ne zordur.
Kendine ettiğin küfür ve hakaretin haddi hesabı olmaz..
Hepimiz insanız. Yaşantımızda sahnelerimiz farklı,rollerimiz ayrı ayrı her birimizin.
Ama replikler aynı
Kandırıldım.Kandım.Ey zalim! sana nasıl inandım?

Dev aynasında görenlerde var kendini.Geldiği yeri unutup,bulunduğu yerde edepsiz edepsiz çığırtkanlık edenler.
Burnundan kıl aldırmayanlar.Yoğurdum ekşi demek ne kelime ? Benim yoğurdum kaymaklı diyenler.
Sütten çıkma ak kaşıktır onlar.Kör olmuşcasına görmezden,sağır olmuşcasına duymazdan gelenler.
Sadece bu olsa iyi.İnsan olduğunu unutanlar.Nasıl bir aynadan bakıyorlarsa kendilerine?
”Dünyayı ben yarattım” dercesine,çirkin cadı kıvamı gülüşleri vardır onların.
Gelecekle ilgili tek bir yaprak vaad etmez iken,geçmişindeki köklere tükürecek kadar acizleşirler.
Ve böyle zihniyetlerin kendilerini kandırması gülünçtür.
Aşka, dostluğa ve yarınlara inanıp yüreği yananların gözyaşları,kendini dev aynasında görenlerin
gülüşlerinden daha onurludur.

Şimdiye kadar nelere inandın?
Kimlere izin verdin seni üzsünler kırsınlar diye ?
Ya da sen kendinden başka kimi kandırdın? Bilemiyorum.
Ama ille de inanmak istersen;
Ayna ile yüz yüze geldiğinde ”Bu gün mutluyum ” de.
Dev aynasında gördüklerin barış olsun.Umut olsun.
Hatırlatacağın bir şey olursa,insan olduğumuz olsun.
Çalmak istersen hırsızlığı tecrübe adına,”Kalp çal!”.Yetimin ekmeğini çalmaktan daha masumdur.
Söz vermen gerekirse kendine,”Ben yarın da mutlu olacağım” de.
Eğer alıkoyamazsan kendini kandırmaktan,beni kandır.
Evet yazdıklarını okudum,aynanın karşısına geçtim ve bugünde mutlu diye, kendime fısıldadım  de bana .
İnanmak istiyorum sana.

Beni gerçekten kandırmak istersen,bir dilek tuttuğunu söyle bana.
Dileğinde;
Umut olsun,,ekmek olsun,su olsun,aşk olsun ve lütfen gözleri parlayan çocuklar olsun.

Kandırmak değil de yalan söylemen gerekirse bana,bu yalan küçük olsun.
Küçük dediğime bakma! Kocaman yürekli insanların umudu gibi olsun,bana söyleyeceğin yalan.

Bazen doğruları söylecek kadar cesur olamayız.Ve bazen senin yalan olarak söylediğin karşı tarafa umut verecektir.
Tıpkı kanser hastasına  iyi olacaksın ,seni iyi gördüm demek gibi.Aslında şansının az olduğunu biliriz.
Ama tutunması için hayata yalan gibi görünen umut tan veririrz.
Ziyaret çıkışı hıçkıra hıçkıra ağlarız çok kötüydü diye….

Evet bana yalan söyle.
Umudu ,ekmeği,suyu,aşkı,gözleri parlayan çocukların olduğu benim için,
kendin için tutuğun bu dileğin gerçek olacağını söyle bana.

Gidesim Gelir.

Gün ağarmaya başladığında, gökyüzünün hakimi gibi çığırtkanlık ediyor martılar. Uyanmaya başladığında yeryüzü ve ağaçlar ve uyurken tüm insanlar, yutkunuşlarını duyarken, gözler mahmur, uyku ile savaşırken beden, her şey sağır edercesine sessizken, kalp atışlarını duyabildiğinde yalnız, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Uyuyan bedenlerin ruhlarına veda busesi kondurup, eyvallah demeden, tüm kavgaları geride bırakıp, ertelenmiş sevdaları da yanıma alıp, gülüşlerim ceplerimde, gözyaşlarımı denize bırakıp, hayattaki son  günümmüş gibi bugün, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Yavaş yavaş adımlar atılmaya başladığında kaldırımlarda, ekmeğin kokusu şehri sardığında, duraklarda davası ekmek olanlar yer alamaya başladığında, umutsuzca umudu yazıp uykuya daldığında şair, bebeler anne sütüne uyandığında, şehrin şarapçısı yine aşkına içtiği şarap şişesi elinde bankta sızdığında, akşamdan tüm hikayelerine çekilen perdeler açılmadan daha, pencere önündeki menekşelerle süslendiğinde hüzün, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Yılmışken haykırmaktan, çok söyleyip az duyulduğunda sözlerim, görmezden gelinirken düşüncelerim, hüznü bırakıp geride, gülüşlerim cebimde, yeşertmek için umutları, herşeyi bırakıp geride, görmezken gözüm paha biçilemez gençliği bile
”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir .”

Kızgınken, kırgınken ve yorgunken daha kolaydır vedalar. Terk ediş değil, sürgün değil,pes etmek değil bu gidişe yangın. Kocaman “Merhaba” belkide. Sırf bu yüzden, merhaba demek için kendime ve tüm sevdiklerime  ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Şimdi bu yazdıklarımı fırlatıp rüzgara, çarparsa bir martının gagasına, kim bilir ? okuması da varsa, gözü değerse bu yazdıklarıma, taşıyacak gücüde varsa beni kanadında, kendi çığırtkanlıklarından duyabilirse benim haykırışlarımı, selamımı alan, mektubumu okuyan rüzgar ile birlikte ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Uyku haram iken gözlerime, düşüncelerden kurtulamazken zihnim, barışın, sevdanın ve merhametin artık şehrimde
eksildiğinden, haksızlıklara ve ertelenmiş sevdalara dayanamazken yüreğim, son şiirimi yazıp, son sigaramı yakıp,
son çayımı yudumlayıp, damınıza camınıza vedalarımı bırakıp, insanlığın ve aşkın ucuzlamadığı şehirlere, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Kitaplarımı oğluma, gülüşlerimi dostlara, gözyaşlarımı denize bırakıp, sevdamı rüzgara savurup, çocukların ölmediği,
bedenlere tecavüz edilmediği, suçluların salınıp, suçsuzların katledilmediği, genç mezarların kazılmadığı şehirlere, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir ”

Gözlerinizi gönlüme, sözlerinizi zihnime gömüp, sevabımı günahımı tartmadan, son içtiğim rakının tadı damağımda, son hazırladığım sahurun sevabı da varsa onu da Allah’a haval edip, günahımla sevabımla,hiç bir şeyden korkmadan artık ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Böylesine kavrulmuşken umutlara yüreğim, mevsimlerden yaz, yağmurlara çok varken daha belki biriniz ”Gitme !” dersiniz. Bir kişi bile olsa bu şehirde beni bekleyen, şehrimi semtimi özleyeceğimi bile bile, vedalardan nefret ederken ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Çöpçüler dökülmeden sokağa, aşkları süpürüp, izmaritleri bırakmadan kaldırımlarda, mutfak camıma konan güvercin ”günaydın” demeden bana, oğlum uyanmadan, ilk mesajımı okumadan, tek bir yalana tahammülüm yokken, tek bir haksızlığa şahit olmak istemezken, mahçup olmadan dostlara, hayata sevdam yüreğimde, ”Martıların kanatlarına tutunup gidesim gelir”

Belki biriniz,
GİTME ! dersiniz .