Unutmak mı Çocuk?

Biri unutmak mı dedi? Oysa fil gibi hafızan varsa, ne zordur unutmak. Nadasa bırakılmaz hüzünler. Yaşanır ve biter. Hangimiz en büyük acıdan sonra acıkmadık ki?

Kaçımız annemizi gömdükten sonra bir daha sevişmedik ? Kaçımız doğum sancısını unutup bir daha gebe kalmadık ? Kaçımız ilk aşk acısını unutmadık? Aa! Küstahlık edip ‘’unutmadım’’deme . Unuttun elbet. Unuttun! Çünkü bir daha yol aldı kalpler sevmeye. Ve bu seferkinde aşık olduğunu itiraf edecek kadar mert de olamadın. Sattın ya tüm duyguları üç kuruşluk insan için. Unuttun!
Unutun ki ;sevdalar pahalı yüreklerde yaşanır. Duyguları unutma . Sana insan olduğunu hatırlatacak duyguları unutma. Katilleştirme ruhunu. Vefayı unutma ! Yediğin tabağa tükürme mesela . Söylediğin yalanı da unutma . Bir daha aynı şey için sorgulandığında,gülünç duruma düşmezsin. Geldiğin yeri, doğduğun şehri , ananı, atanı , yarini unutma! Ama kini , öfkeyi ve ihaneti unut. Güzel duyguları öldürüp de unutma . Yoksa yaşamanın ne anlamı kalır?
Ben, duyguların Azrail ‘ini ipte sallandırdığımda,çocuktum.Yüreğimden akıttım tüm yaşları. Yüreğimden güldüm kocaman. Balık hafızalı olmak gerek bazen.Devam edebilmek için yola. Hiç bir şey olmamış gibi gülümseyebilmek.Hatta keyifte almak gerek hayattan. Tartmadan, eğrisini,doğrusunu düşünmeden. Balık hafızalı olmak gerek bazen. Fedakarlıkları, yaşanmışlıkları da tartışmaz,tartmazsın o zaman.Kısacası unutmak gerek en çabuğundan .
Unutmalısın ki; tutunmalısın hayatın kıyısından. Laf ebeliğine de gerek yok. Çoğumuz daldaki yaprak gibi Temmuz’un güneşini unutup , Sonbahar’da sarardık ve döküldük. Metroda yapılan yolculuklar gibi , şehrin kat be kat altında iken,şehrin kaldırımlarında ölenleri de kalbimizin , zihnimizin kat be kat altına gömdük unuttuk .
Biri unutmadık mı dedi ? Bir tek alacağımızı unutmadık. Vereceğin olunca hepimiz birden balık hafızalı olduk.Oysa hüzünlerde balık hafızalı ol ki tutun hayatın kıyısından.
Unutmak mı çocuk? Sola, sola unutursun. Unutmak mı çocuk ? Yağmurdan sonra görünen gökkuşağının renklerine aldanıp,toprağın kokusunu içine çektiğinde, sırılsıklam iken unutursun. Güneş belirginleşmesin gökyüzünde.Yağmuru da geceyi de unuttuğun gibi unutursun. Kana , kana su içtiğinde susuzluğu, doyurduğunda karnını , açlığı unuttuğun gibi unutursun.
Unutmak mı çocuk ? Çocukluğun gibi, özleye ,özleye unutursun !

Yağmurların Uzağında.

Yağmur düştüğünde şehre, toprak kokusu ile birlikte tüm özlediklerimin kokusu burnumda.Burnumun direğini sızlatan hasret yakıyor yüreğimi cayır, cayır.Ve ben yüreğimi teslim ediyorum böyle havalarda gökyüzüne,yağmurlar yüreğimin hasretini dindirsin diye.
Ellerimi, yüzümü ıslatan yağmur ,hasretin ateşini söndürmeye yetmiyor biliyorum. Ama bir umut! Yağmur damlalarına, gözyaşımı işliyorum. Bir yağmurlar ele vermiyor beni. Ne kadar varsa içime akan yaş, kusuyorum yağmurla birlikte. Yağmurlar vedadır bende. İlkbahar’ın ilk günleriydi çocuktum o vakit. Günler uzamış,hava daha geç kararıyordu. Akşam ezanı okununca eve giren çocuklardık. Bahardı, günlerden Pazar. Bahçe kapısını açtığımda elinde bavul ,ayakkabılarını giyiyordu babam . Mağrurdu. Üzgündü .Bir yaş daha almış gibi sertti çizgileri. Kocaman eliyle küçücük yüzümü okşadı . Öpmedi bu sefer kokladı. Kardeşimin başını okşadı.
Veda ediyormuş bilemedik ,çocuktuk o vakit. Nereye gidiyorsun? Diyemedim. Ne zaman geleceksin ? Diyemedim. Yalnızca, sessizce baba gitme !dedim. Gitti! Annem ağlamıyordu. Her nedense ağlamıyordu. Hadi Kızım ! dedi. Sofrayı kuralım birlikte . Babam gitmemiş gibi masadaki yerine kimse oturmadı . En sessiz çocukluk gecemdir çocukluğuma dair. Ve böyle geceler defalarca yaşandı evimizde. Arada annemle babamın telefon konuşmalarına tanık oluyordum. Aslında annem dinliyordu. Peki , olur, sen bilirsin gibi sözler çıkıyordu annemin ağzından. Annem erkenden yaşlanmaya ,kadınlığını gömüp sadece anne olmaya adamıştı kendini.
Bunu şimdi genç bir kadın olarak daha iyi anlıyorum ve anneme hayranlık duygum artıyor. Babamın gidişine alışmış ama oldukça da özlemiştim. Ama çocuktum ya işte .Meğer beni çocukluğum iyileştirmiş.Aradan iki yıl geçmişti. Bu iki yılda birkaç kez görmüştüm babamı. Önceleri gelmeyişine anlam veremiyor ,içten içe anneme kızıyordum . Acaba annem mi izin vermiyor ? diye. Çocukluk işte.Babamı görmekten ümidimi kestiğim bir günde bahçe kapımız açıldığında, içeriye giren babamdı. Baba! diye boynuna atıldığım ,dün gibi aklımda. O da beni özlemiş .Öyle sarıldı ki incecik kemiklerim acımıştı. Kızım! dedi, derin bir nefesle. Sonra annemle uzun, uzun konuştular. Biz, salonun camından bahçede konuşan annemle babamı izledik . Sevindim. Oh! dedim .Tamam! Babam eve dönüyor. Böyle hayallere dalmış hasretle camdan babamın yüzünü izlerken, babam bir hışımla gidiverdi. Annem ağlayarak eve girdi. Odasına kapadı kendini . Babamın gidişini anlayamadan ,annemin ağlamasıydı beni üzen. Sonra öğrendim ki ;babam evleniyormuş. Düğün, dernek, masraf yapacağından, bir kaç ay bize nafaka veremeyecekmiş. Bunu konuşmaya gelmiş annemle. Annemse evleneceğine değil ,bu sürede ne yiyip, ne içeceğimize ağlıyorrmuş. Çok geçmeden annem işe girdi. Benim omuzlarıma, yük biraz daha bindi. Ben o günden sonra babamı özlemedim. İte, kaka ,üç ileri, bir geri hayat devam etti.
Bu arada babam, o günden sonra bir daha nafaka vermedi. Uzun bir süre görmedik babamı . Liseyi bitirmeme yakın yağmurlu bir Pazar günü bahçemizin kapısı açıldı.Babamın saçları aklaşmıştı . Yüzü hüzünlüydü. Gözlerinde telaş vardı. Babam yalnız değildi. Bir kız çocuğu elinden tutmuş,arada babamın yüzüne arada bahçeye, arada bizim yüzümüze bakıyordu.- Hoş geldin baba! dedim ,sarıldım . Bu sarılmada babamın sıcaklığı yoktu .Çünkü tüm baba sıcaklığını elinden tutuğu kız çocuğunun eline vermişti. Buyur ettik .Oturduk bir müddet sessizce. Sonra babam yanındaki kıza: – Ablanla tanış .Dedi. -Ben Yeşim .Dedi, kız çocuğu . -Merhaba . Bir kardeşim olmuş . Aynı şehirde nefes almışız onca sene . Tanıştık. Yeni tanıştığım bir kızda, kendi yüzümü aradım. Tenimi benzettim .Saçımın dalgasını ,gözlerimi aradım yeni tanıştığım kız kardeşimde. Sadece annem yoktu o kardeşimin yüzünde. Ama ne olursa olsun kardeştik işte. Sevindim aslında. Bir kardeşim vardı. Ne güzel! Birlikte gezebileceğim,sinemaya gidebileceğim bir kardeşim. Ama hayallerim kadar iyi niyetli değildi hayat . Bir iki kez görebilmiştim onu. Sadece bir iki kez. Aynı kandan olsak ta yalnızca bir iki kez. Uygun görülmemiş, görüşmemiz.
Ben yine de bağları sıcak tutmaya çalıştım ama olmadı. Başaramadım! Babamı zaten almıştı benden, bari kardeşliğini lütfetseydi. Aynı şehirde, ortamızda bir köprü yalnızca. Aynı şehirde, çok uzak olmasak ta yüreğinin çok uzağına atılan bir ablayım. Uzakta yalnızca bir ablayım. Onunla sadece nüfus kütüğünde adlarımızın yan yana geldiği,bir kardeşim var uzakta. Bir kardeş ,teninin bana benzediği. Bir Pazar sabahı babamı benden alan, bir sevdanın meyvesi. Bir bahar akşamı yağmurların bana getirdiği bir kardeşim var uzakta . Uzakta bir kardeşim var. Teninin rengi bana benzeyen. Aramızda uzunca bir köprü var. Aşılır elbet aşılır, Sadece bu olsa iyi . Yılların ördüğü duvarlar var. Çocukken uçurtmamızın çıtasını kıran, Acımasız taştan olan. Yağmurların uzağında, Bir kardeşim var. Ey yağmurlar uzaktaki kardeşimi getirin bana !
Uzağındaki kardeşe hasret duyan bir dostuma ithafen

Çiçekli Gecelik.

Çocukluğunun geçtiği yayların çiçeklerine sevdası öyle büyüktü ki; o çiçekleri üzerinde taşıyacağı elbiselerinin, eteklerinin olacağı günleri hayal ederdi. Öyle ya; masmavi gökyüzünü içine çekerek yaşadığı yer, köy yeriydi. Yoksulluk , dağların eteklerini terk etmeyen kar gibiydi. Çiçekli geceliğinin hayaline hakimdi yoksulluk.. Köy yeriydi Şehre uzaktı. Afilli mağazalar yoktu .Hoş !Olsa da mağazalar ,çiftçinin kızıydı. Babası şehre ancak ayda bir kez inerdi .Kışın birden de az. Ama yazın babası şehrin yolunu tuttuğunda, şehre inmek istese bunu dile getiremez ,ışık saçan gözleri ile ‘’- Beni de götür baba ‘’ dercesine yalvarırdı gözleri ,kirpiklerini hiç kırpmadan üstelik. Olur da babası insafa gelir, götürürse şehre, pazarın tezgahlarındaki kumaşları gözden geçirecek, o kumaşlarda çiçek de varsa, gözleri ile hevesini giderecekti. Öyle uzun boylu değildi alış verişler. Zaten onun içinde hiç alış verişe gidilmemişti.
Babadan oğula geçen kraliyet sistemi gibi ,ablasına küçük gelen elbiseyi giymek için sırasını bekleyecekti. Elbisenin taht değişiminde, hayalinde çok törenlere alkış tuttu.’’- Elbise benim.Evet ben o elbisenin kraliçesiyim.! ‘’dercesine adımlar atıyordu elbiseyi giydiğinde. Elbiseye uygun çiçek saplarından, mısır püskülünden yaptığı bilezikleri de takmak için öyle heyecanlıydı. Gelin olacağı güne dek ablasına küçük gelen kıyafetleri ilk giydiğinde, merasim yaşarcasına keyifliydi.

Gelin olduğunda da kınası yakılırken giydiği kırmızı kaftanı, bembeyaz teninde peygamber gülü gibiydi. Öylesine kırmızı. Öylesine masum. Kırmızı , sevdanın rengiydi. Ama sevdayı yaşayacağı , ailesi tarafından uygun görülen adamı hiç görmemişti. Yüz görümlülüğü burmalı bilezik ; sevdayı yaşayacağı, çocuklarını doğuracağı adamın ilk hediyesiydi. İlk koynuna girdiğinde bu adamın, giydiği çiçekli geceliği kadınlığının da simgesiydi. Yayların çiçekleri gibi mis kokulu, yaylarının çiçeklerinin rengi gibi göz kamaştırıyordu. Zaten çocuk denecek kadar da küçüktü bu kadın. Kocası saçlarını okşarken , bu küçük kadın burmalı bileziklerinin kıvrımında parmak uçlarını gezdirerek, hayallere dalıyordu. . Öyle kıvrım, kıvrım burmalı bilezik gibi, çiçekli geceliğinin renkleri gibi, deniz gibi mavisinden, kıpkırmızı sevdanın renginden, yemyeşil ve öylesine özgür ağaç dallarının gökyüzüne ulaşmaya çalışırcasına da özgürce , kadınca hayaller. Zaten o yıllarda sadece hayallerinde özgürdü.’’ Benim sadık yarim kara topraktır ‘’ diyen Aşık Veysel’ in türküsü dilinde, penceresinin önündeki çiçeklerin, bahçesine ektiği maydanozun , terenin, çocukları için el açtığı tanrıya sesini duyurmak için, gözlerini diktiği gökyüzünün mavisi de vardı çiçekli geceliğinde . Yüz görümlülüğü aldığı bilezikleri de ilk dara düştüğünde kocası, hiç düşünmeden sıyırıp kolundan, bir mendile sarıp kocasının da gururunu kırmadan, öyle ceketinin cebine iliştiriverirdi. ‘’ -Olsun bey paran olunca yine alırsın, hem daha güzelini ‘’ deyip, kocasının yüzünü elleri ile avuçlayıp, sözlü destek olurdu ertesi gün , beyi ‘’-Sağ ol hanım’’ dediğinde. Bir daha aldı bileziklerden , bir daha satıldı. Çocuklar okula başlamıştı. Bir daha ,bir daha , bir daha alındı. Bir daha , bir daha bir daha ,bozduruldu kuyumcuda ona helalinden alınmış burmalı bilezikleri . Üzülerek vedalaştı aslında her seferinde bileziklerinden. Lakin aç ta kalacağını bilse , bozdurmadı yüzüğünü kuyumcuda. Yüzük, annesinden yadigardı. Bozdurmadı ki o yüzüğü gelin olduğunda , kızının parmağına takacaktı. Üçü de geçmedi bileziklerinin sayısı . İkisini gelinlerine , birini de kızına hediye edilecekti. ‘’-‘’ -Bunlar benden size yadigar olsun. Baktıkça beni , baktıkça bizi hatırlayın ‘’ dercesine kızının ve gelinlerinin ince bileklerinden geçirecekti.

Yaşı ilerlemiş olsa da ki ; kadın kısmı yaşlanmaz , şarap misali değerlenir yıllar artıkça. Ne çiçekli geceliğe hevesi bitti . Ne de burmalı bileziğe. Çünkü geceliğinin çiçeklerinde çocukluğu saklıydı. Kadınlık sıkıştırılmış olsa da geceliğe. Bilezikleri takısı değil, güvencesiydi . Kara gün dostu. Öyle ya ; üç çocuk okutmuş, idealist , sisteme karşı , baş kaldıran bir koca ile memleketinin şehirlerini köy , köy gezmişti. Hesabını da bilmeliydi kadın kişi. Yeşilliğini ekmeli, yoğurdunu mayalamalı, ekmeğini açabilmeliydi. Dikiş de dikebilmeliydi. Bu ananın , bu kadının da yüzünü güldüren çiçekli geceliği, çocuklarının geleceğini düşlediği gecelerinin rengiydi. Şimdilerde ; burmalı bileziklerini kuyumcuya bozdurma korkusu olmadan takabiliyordu. Çünkü kara günlere çok bedel ödemişti. Çiçekli geceliğe gelince; kadın her yaş ta kadındı ve güzel olmak en büyük hakkıydı. Çünkü geceliğinin çiçekleri gibi hayata kattığı renk, değer, yetiştirdiği evlat , akıttığı göz yaşı ve göz yumuşları , hayata inat direnişlere mücadelesi paha biçilmezdi.

Burmalı bileziklerinden daha parlak gülüşleri olan kadın! Geceliğinin çiçeklerinden daha güzelsin. Çünkü sen; kadınsın, anasın her şeysin.

Gülistan Timuroğlu ‘na ithafen