Parmaklıklara Takıldı Çocukluğumuz.
Küçükken ,annem hep ‘’uslu dur !’’derdi.Sanki çok yaramazlık yapıyormuşum gibi.Bazen hala nedenini anlayamadığım yasaklara takılırdık.’’Hele bir öğle güneşi geçsin,öyle çıkarsınız sokağa’’ ya da ‘’hava karadı girin artık içeriye.’’
Akşam ezanları ,fabrika işçisinin vardiyasında öten siren sesiydi çocukluğumuzun.Ezan okundu,oyun bitti.Annem galip geldiğini sanıyordu o vakitler.Şimdi öğrenecek.
Ben seni yendim ANNE! Pencereleri unuttun ANNE! Pencerelerden içeri sızan ışığı unuttun!Pencereler ardından benim oyunlarıma devam ettiğim,hayallerime engel olamadın.Yetmiyor gibi demir parmaklıklar takılıydı penceremize.Hiç hoşlanmazdım o parmaklıklardan.Hiç sevmedim o parmaklıkları. O parmaklıklar ardında hayaller kurmaktan,pencere önündeki söğüt ağacımızın dallarına uzanmaktan hiç vazgeçmedim.Işığıma ,güneşime engel olamadı hiçbir gece. Mahkumun avluya havalandırmaya çıkması gibiydi,çocukluğumuzun oyun saatleri.Gerisi belli.Pencere önünde,parmaklıklar ardında,bazen bulutlar üstünde,bazen yıldızlara tutunup,bazen güneşe dokunup,bazen uçabilen,kocaman hayalleri olan,zayıf ,çelimsiz kız çocuğunun üstelik boyu da yetmezken pencereye,taburenin üstüne çıkıp,ışığa duyduğu sevdayı ,küçücük gözleri ile izlemesi olurdu çocukluğumun tarifi.
Beklemeyi çocukken öğrendim demiştim ,size daha önce.O pencere ardında bekleyişlerim olmuştur,annem işten dönecek diye.Allah’ın,gökyüzünün üstünde olduğu öğretildi bize.Üstelik ellerimi göğe açıp,beklediklerimin,hayallerimin gerçek olması için dua etmişliğim çoktur o pencere ardından.Söğüt yaprakları arasından yüzüme vuran güneşin,gözlerimi kamaştırmasına rağmen gözümü gökyüzüne dikip,ettiğim dualarda var çocukluğuma dair.Pencereye boyum yetmediğinde,imdadıma yetişen tahtadan taburenin bir ayağı sakattı.Düşmeyeyim diye, pencere pervazına da sıkı sıkı tutunuyordum üstelik.Işığı görmenin bedeli düşmek olabilirdi ve ben bu bedeli ödemeye hazırdım.
Mevsimleri de yaşadım o pencere ardından.Yağmurlarda ,ellerimi uzattım parmaklıklar arasından.Ellerime düşen yağmur damlalarını ,yüzüme vurdum. Kar yağdığında,pencere önüne düşen karlardan kartopu yaptım.Rüzgarın söğüt yapraklarına galibiyetini de gördüm.Pencere önüne düşen yaprakları,kitaplar arasında kuruttum.Bazen kedimiz Boncuk’un,eve giriş kapısı oluyordu o pencere .Kuyruğunu da parmaklıklara sıkıştırarak üstelik. Ne hikayelerin sesleri çarptı o pencereye.Ne kadınlar saçlarını düzelttiler o pencere camlarında.Sonbaharı sevmeyişim,penceremize vuran solgun rengiydi.Çok salalar yankılandı ,pencerenin parmaklıklarında.O pencere ardında öğrendik,ayrılığın mevsimiymiş Sonbahar.
Yazımın,kışımın,hayallerimin,saçımın örgüsünün,annemin ördüğü kazağın ipliğinin takılı kaldığı,demir parmaklıkların şahitlik yaptığı çocukluğa,özlem var şimdilerde.Lakin ne o pencerelerden var şimdiler de,ne de o parmaklıklar kadar esnek değil demirler. Şimdiler de bedenlere,ruhlara,umutlara,hayallere,sevdalara,inandıklarımıza ve gülüşlerimize takılan kelepçeler var.O kelepçelerin anahtarı,çocukluğumuz gibi bir daha geri gelmeyecek bir yolcunun,cebine saklandı.