Dalından Kopardın.

Dünya’nın doğup, büyüdüğün mahalleden ibaret olduğunu sanarsın çocukken.
Sanarsın ki tek şehir ora. Başka semte ziyaretin bile korkular verir, çocuk yüreğine. Kaybolduğunu sanarsın.
Ormanda yolunu kaybeden masal kahramanlarının, bıraktığı ekmek izleri gibidir.
Yolculukta dönüş için bıraktığın izler.

Çocuğumun üç yaşında iken, herkesin soyadının aynı olduğunu düşünmesi gibi tertemiz, bir o kadar da yepyeni zihninin, karışmasına neden olur başka semtler. Aynı gökyüzünü, aynı yıldızları tüm insanlığın paylaşıyor olması, yeryüzünün akıl almaz cömertliğidir aslında.

Aynı mahallenin çocuklarıyla dizlerini yaraladığın kaldırım taşları, şahane görünür sana. Eriklerini çaldığın ağaçlar, kokusunun tüm mahalleyi sardığı güller, başka ağaçlardan ve çiçeklerden habersiz, Dünyan’dır mahallen.

Semtinin kuşlarının hiç gözden kaybolmaması mı?
Hep aynı sütçünün, aynı simitçinin, aynı postacının, çocukluğuna dair yüzler olması mı? Aynı mahallede doğanların, aynı mahallede evlenmeleri ve yine aynı mahallede ölmeleri miydi? Senin başka semtleri, başka şehirleri kabul etmeyişin, görmezden gelişin.
Nasıl bir sadakat bu? Nasıl bir aşk? Doğduğun yeri sevişin.
Hayalini bile kurmadık belki, başka şehirlere gidişimizin.
Hiç ayrılacağımız aklımıza gelmedi. Ne baba ocağından, ne de anamızın dizinin dibinden.
Öyle ya orada yeşermiş, serpilmiş, büyümüştük hepimiz. Ora? Mahallemiz.

Farkında bile olmadan geçivermişti yıllar. Geçen yıllarda, köklerimizi saldığımız semtimizin dalında çiçektik hepimiz.
Ne kışlar gördük, ne baharlara merhaba dedik.
Hepimiz teneke kutulardaki menekşelerle penceremizi süsledik.
İlk karnemize, ilk gözyaşımıza, ilk aşkımıza şahitlik etti mahallemiz.
Ah! Dili olsa da konuşsa. Yerinde durmuş olsaydı da, dile gelseydi yıkılan evimiz. o anlatsaydı şimdi yaşananları. Biz, film izler gibi radyoda temsil dinler gibi izleseydik,dinleseydik. Geride kalan çocukluğumuzu görme şansına sahip olsaydık biz.

Eylül’den nasibini almış, her rengi içine çekmiş her isyanı,sindirmiş duvarlar, şimdi yoklar.
Büyüdüğümüz mahallede yaşamıyoruz ama çok özlüyoruz.
Dalımızdan erken koparıldık çoğumuz. Başka semtlere kök saldık.
Başka dağın eteklerinde yeşerdik, yeşertiyoruz her birimiz.
Hani erkenden koparıldıysan dalından, sürüklediyse seni rüzgar, deniz..
Bir yerlere tutunmuşsundur. Hele bir de gençsen; Gülüşlerinin, gözyaşlarını kurutması kolay olmuştur.
Nefes alamam başka şehirde: Diyen sen, nefes alamam dediğin şehirde nefes alan, çocuklarda doğurmuşsundur.
Yağınla kavrulmuş, dumanınla savrulmuşsundur. Ama çocuklarına anlatacağın ve asla unutmayacağın geride bıraktığın semtin.
Elinde, dizinde, yüzünde çocukluğuna dair mahalleni hatırlatan izlerin olduğu, izlerin kadar sözlerinin de olduğu çocukluk, gençlik bırakmışsındır geride. Buruktur. Ağlatırken güldüren, güldürürken ağlatan hatıralar. Dalından koparılmış olsanda,
yeşermeyi bilmişsindir başka topraklarda.
Üzülme! Sen şanslısın.

Tamam artık, ayrılmam! Doğduğum, büyüdüğüm, evlendiğim, çocuklarımın olduğu, ayrılıklarımın, hüzünlerimin şahidi semtim. Daha kopmayız!
Komşularım kaldırır cenazemi diye hayal ederken, ölüme bile merhaba yı semtinde gerçekleştirmeyi düşünürken,
özetle yaşın, yaşadıkların kemale ermişken,bir bakarsın ki, öyle sürpriz yapar ki hayat, vazifen öyle büyüktür ki ve öylesine fedakar olman gerekir ki, bilsen ki denizin öbür tarafı yine aynı şehir, ortadaki sadece heybetli, dikili cansız ama şehrin şahidi taş yapıt, acıtır şehrin öbür tarafında olmak.
Acıtır dalından koparılmak.

Sen, aynı teneke vazonun çiçeğiydin, pencere kenarını süsleyen.
Gümüşten ,camdan vazolara hiç özenmedin.
Köklerini saldığın semtinin, dalının çiçeğiydin. Dalından koparıldın.
Şimdi uyumaya çalışırken şehrin diğer tarafında, yastığın , yorganın aynı olsa da kokusu yok ne evinin, ne de semtinin.
Aynı güneş doğsa da ,gökyüzünde aynı yıldızlar olsa da, araladığın perdeden göremiyorsun komşun Hatice ablanın çatısını.
Aynı postacının sesi değil, duyduğun. Aynı simidin kokusu değil ,sofrandaki.
Sabahları mutfak camını ziyaret eden güvercin bile yabancı.
Aynı sütçü değil ,mahalleyi dolaşan.
Başka yüzler görüyorsun. Alıştığın ne manav var, ne de kasap. Ne de derslerinde yardımcı olacağın çocuklar aynı.
Şimdi yeni semtinde yeşermeye bak.

Dalından koparıldın, biliyorum zor olacak. Semtinin yakınındaki sahile inersen, denize bak!. Diğer ucunda dostların var., Hatıraların, anıların, çocuklarının çocukluğu var.
Dalından koparıldın, biliyorum zor olacak. Her gün şimdiye kadar beceremediğin, sahte gülüşler olacak yüzünde.
Tenhadır oralar, biliyorum.

Belki bugün gelirler, ”hoşgeldin demeye komşular” diyerek kekler pişirecek, çaylar demleyeceksin.
Hiç gelen giden olmayabilir. Üzülme !
Unutma! Kim O ? demeden açılmıyor kapılar artık.
Aman ! Kapının kilidini üstünde bırakma. O eski semtindeydi.
Ama yeni semtinde de yüreğini farketmeleri çok zaman almayacak.
Seni hemen sevecekler göreceksin. Bahar gibi coşkulu gözlerin, kulağımda çınlağan gülüşünle,fethedeceksin oradaki yürekleride.

Dalından koparıldın. Ama sızlanma ! O küçücük kız çocuğu değilsin sen, yeşereceksin!
Semtinin sahiline indiğinde, şehrin diğer tarafına selam göndereceksin.

Dalından koparıldın, biliyorum zor olacak.
Ama biliyorum ki; oradaki yüreklerde de gözlerin gibi yeşereceksin.

Unutma ! Vatan’ından, dalından koparılan şairleri, yazarları bana sen sevdirdin.

Yalancı Fotoğraflar.

Geçmişindir fotoğrafların.

Bugünkü yaşadığın gelecekte, geçmişe dair özlemlerinin olacağını bilir gibi, objektife gülümsemişsinizdir. Hepiniz zamanında.

Bazen yalnız, bazen dostlarla, bazen rakı sofrasında, bazen denizi alarak arkana.

Ve martıların sana eşlik ettiği, uzaklardan gelen özlem yüklü gemilerinde, o kareye sıkıştığı fotoğraflar. Asker ocağında elinde tüfek, ya da mahpus avlusunda özgürlüğü hayal ederek, özgürlüğe nispet çekilmiş, çektirilmiş fotoğraflar.

Gül desenlerinin ya da gülen yüzlü çocukların fotoğrafının, kapağına hakim olduğu fotoğraf albümleri. Sandıkta ya da gardrobun bir köşesinde ikamet eden, geçmişin, hatıraların, sıkıştırıldığı fotoğraf albümleri unutulur bırakıldığı yerde.

Geçmişi unuturuz, geride bırakmış oluruz böylece. Bazen özlemi dindirmek için arar, bulur çıkartırız anılarımızı saklandığı yerden.

Yaşadıklarımızın tek bakisidir fotoğraflar. Sararmaya, küflenmeye mahkum olsada. İnsanın bedeni toprak olurken,
fotoğraflarımızın sararacak olması ne kelime? Mevzusu bile yapılamaz bence.

Oysa ki capcanlı, dipdiri, ölümsüz duruyordur sevdiklerin, geçmişin, özlemlerin sararan fotoğraflarda.

Ölümsüz, sararmış olsa bile fotoğraflar, aslında kocaman yalancıdırlar. Yalancı fotoğraflar.
Dikkat etmediniz mi ?. Ya gülüyoruzdur hepsinde, ya da gülümsemek için uyarılımışızdır her birinde.

Hadi! peynir de.

Herkes sarılır, herkes mutlu, herkes kardeş, herkes aşık ve herkes suçsuzdur fotoğraflarda.
Herkes maskeli masum . Hadi ! objektife gülümse.

Denklanşörden parmak çekilir çekilmez, kucaklaşan bedenler ayrılır. Gülen dudaklar kapatılır. Hatta şerefine tokuşturduğun kadeh bile, bir kenara bırakılır. Saniyeler önce taktığın mutluluk masken düşmüş, ama geçmişine mutlu halin bir daha kayıt yaptırmıştır.

Doğumun, çocukluğun, gençliğin,çocuğun, atan, ceddin, başarın, mezuniyetin, zaman içinde yüzüne epeyce hakim olan ördek ayakları bile o albümde.

Yalancıdır fotoğraflar. Dünya gibi yalan.

Hiç düşünmediniz mi ?. Niye gülümsemişiz her seferinde?. Hiç kaybetmemiş, hiç ağlamamış, hiç kötülük yapmamış, hiç kavga etmemiş,hiç acıdan geçmemiş gibi mutlu, mesuttur fotoğraflar.

Utanmaz, arlanmaz koskoca yalancılar.

Gerçek olan tam da hayatın içinden olan fotoğraflar, gazetenin üçüncü sayfasında yer alır.
Ama hep göz ardıdır. Yangının, depremin, cinayetin, cinnetin, hırsızın, tacizcinin, tecavüzcünün, dolandırıcının, hortumcunun, isyancının, kahrolası terörün, ölü genç bedenlerin, ağlayan anaların, yüreği yangın yeri babaların, yoksulluğun tüm bu hayat dair yaraların fotoğrafları albümlerde değildir. Gazetenin üçüncü sayfasında görmezden gelinir.
Hiç birinde gülen gözler yoktur.

Gün kadar gerçektir her biri. ”Doğrucu Davut” gibi sevimsiz gelir herkese. Gerçektir çünkü.
Mazi diye allı, pullu albümlere sıraladığın fotoğraflardaki gibi maskeli değildir gerçekler.

Yalancıdır fotoğraflar.

Kral çıplaktır aslında. Sende çekinmeden, inanarak Kral’ın kaftanlı olduğuna, yerini alırsın Kral’ın yanında. Üstelik en samimiyetsiz, en sahte duruşunla.

Yalancıdır fotoğraflar.

Kral’ı kandıran terzi gibi. Ve buna inanan halk gibi, Kral gibi. Hafızandaki fotoğrafların, anıların gerçektir. Tıpkı korkusuzca ” Kral çıplak” diye bağıran, figuran masal kahramanı gibi.

Yalancı fotoğraflarda yer almaksızın, Şimdi benim için ya da kendin için, gerçekten,
ilk kez bir kez

”Hadi gülümse!”.

Toprak Sensin.

Kutsal kitaba göre Adem’in kemiğinden yaratılan Havva’nın kızları. Farkına var kendinin. Toprak Sensin.! Savursun rüzgar üzerindeki külleri, yeşertsin yağmurlar özünü. Toprak sensin. Meyve vereceksin.

Doğurduğun çocuklarının meleği olacaksın. Susturulmuş olsanda, susturulmaya çalışılsada, çocuklarını kulağını dört açarak dinleyeceksin.Yediğin dayak, görmüş olduğun şiddet, yüreğindeki şefkate galip gelemeyecek. Çocuklarına bakarken gözlerin hep gülecek.

Toparlanmalısın Havva’nın kızı! Oğluna, namusu anlatacaksın daha. Namusun, kadının omuzlarına yüklenmemesi gerektiğini, namusun bacak arasında değil kalpte, zihinde olduğunu anlatacaksın. Ona öyle sevgi verecek, sevginle yeşerteceksin ki ne şeytan görecek kadını, ne de et pazarı.

Toprak sensin Havva’nın kızı! Diri diri gömülen kız çocuklarına ağlamayı bırakıp, saçlarını tarayacaksın kızının. Onu öyle seveceksin ki başka sevilmelere açlık duymayacak ruhu.

Anasın sen! Oğlunu da seversin,kızını da. Çocuğunun karnına düştüğü andan itibaren,iki canlıyken,iki kalp atıyorken bedeninde,”Erkek adamın erkek oğlu olur.” saçmalığı gevelenirken dillerde sen onu kucağına almak ve sağlıklı olması için dua ediyor olacaksın. Kız ya da erkek hiç farketmez onu canından çok seveceksin biliyorum. Evcilik oynarken üstlendiğin rol annelik  iken bile tereddüt ederdin plastik bebeğime ya bir şey olursa? diye. Şimdi bir can taşırken bedende, Havva’nın kızıysan, onu yeşertecek topraksan endişen de olacak, korkun da. Aksini kimse söyleyemez. Hani şeytandın ya sen. Asıl şeytan bile giremez senle yavrun arasına.

Dul olmaktan korkuyordun ya Havva’nın kızı.Kimse bilmiyor derdinin koca olmadığını. Kimse bilmiyor derdinin baba evine dönüş olmadığını. Sadece korkunun yavrularının baba şefkatinden mahrum kalmalarını istemeyişin olduğunu kimse bilmiyor. Ve bundan dayandığın, direndiğin hüznü kimse bilmiyor.

Toprak sensin Havva’nın kızı! Sağanak yağışlar korkutmasın gözünü. Güneş doğacaktır elbet.

Aşçıydın ya sen Havva’nın kızı. Gocunmadın da hiç biliyorum. Serçe parmağının kalınlığını geçmeyen dolmaları,tel tel dökülen pilavı, baharda kaynatılan gül reçellerini, en güzel tatlıları börekleri çocuğun için yapacaksın. O yiyecek, sen doyacaksın. Oh! diyeceksin. Bu gece de sütünü içti uyumadan önce. Bu yıl üç santim uzamış. Herkes sevinecekmiş gibi bu duruma başta annen olmak üzere haber vereceksin onlara. ”Anne çocuğum bir kilo almış.”diye.

Tarlada işçi, mutfakta aşçı, hastanede doktor, pazarda tezgahtar olsan da aklında da yüreğinde de ilk sırada evladın olacak.

Havva’nın kızı. Kaç kez kalkıyorsun uykundan? Geceleri üstünü örtmek için çocuğunun. Kaç kez ateş düştü yüreğine? Sadece ateş çocuğunun alnına düştü diye. Hala hatırlıyorsun biliyorum. İlk adımını, ilk dişini ,ilk kelimesini ,ilk anne deyişini. Hatırlamakla kalmıyor notta tuttun bunları. İlk çorabı, ilk zıbını, ilk ayakkabısı, ilk kesilen saçları, ilk karnesi saklı sandığında biliyorum.

Bedenin ayakta onun için. Zihnini açık tutmalısın. Daha birlikte problem çözeceksiniz. Kalbini de küstürme aşka. Çünkü çocuğunun ilk aşkına da şahitlik edeceksin. Birlikte aşk şarkıları dinleyeceksin. Zihnin açık olmalı evet sapasağlam olmalısın.
Çünkü ona okuduğun kitaptaki masal’ın kötü bitiyorsa sonu mutlu bir son uyduracaksın.

Yanağına kondurduğu öpücükle, dünyayı satın almış sanacaksın kendini. Bir de sarılarak uyumuşsanız, cennet’in bahçeleri yavan kalır.

Reklamlarda söylendiği gibi ne pırlanta, ne ev eşyası, ne çanta, ne ayakkabı, ne saat, ne de mutfak bayramı kutlarcasına alınan tabak. çanaklar. Bunların hiçbirini beklemiyorsun çocuğundan biliyorum. Elleriyle topladığı papatyalar, seni saatlerce ağlatabiliyor. Kafiyesiz, uyaksız yazdığı şiir sanat harikası görünüyor sana. En büyük armağanını Allah vermiş sana bu çocuğun demiş. Senin gözün yok ki başka afilli hediye kutularında.

Toprak sensin Havva’nın kızı! Ne sağnak yağmurlar korkutsun özünü,ne de güneş kavursun dilini. Toprak sensin. Meyve vereceksin, yeşerteceksin. Memleketine ana, baba, doktor, hakim, savcı, asker, öğretmen herşeyden önce insan yetiştireceksin.

Şimdi derin bir nefes al. Bir kez saçlarını tara kendin için. Kendin için birşey yap Havva’nın kızı! Kendini sev ki çocuğunun yüreğine de sevgi ekebilesin. Ekmelisin ki; insanlık adına vefa, merhamet, iyilik yetiştirdiğin çocuğunun yüreğinde yeşersin.

Takvimler seni unutmadı Havva’nın kızı. Her Mayıs ayının ikinci Pazar’ı,  anneler günü olarak adın takvim yaprağında yer aldı. Dünya üzerindeki tüm annelerin, anne adaylarının gözünde yaş, yüreğinde endişe olmasın. Hastahane kapısında, ceza evi kapısında, ya da taze mezarların başında, gözü yaşlı olmayı hak etmiyor hiçbir anne. Bu dünyadan göçen anneler ise biliyorumki; oradaki meleklere sevdirdi kendini ve rica ediyor onlardan yolun düşerse çocuğumun ayağının değdiği yerlere, benim için doya doya bak yüzüne evladım diye.

Toprak hakim olmuşken bedenine, ruhu vardığında göğe, bitmişken hayatı artık alacağı soluk tükendiğinde bile ruhlar aleminin anneleri eminim endişeleniyordur evlatları için. Sesleniyorlar oradan yeryüzüne ‘Evladım iyi bak kendine’

Hayatlarını kaybetmiş annelerimize Allah’tan rahmet dilerken, hayattaki anneleri Allah evlatlarına bağışlasın diyorum.
Tüm annelerin, anne adaylarının anneler gününü kutluyorum tüm yüreğimle.

Toprak sensin Havva’nın kızı! Yeşerecek meyve vereceksin.
Yağmura şükreder, kuraklığa isyan edecercesine. Ayağa kalk gülümse!
Sen Annesin gülmek yakışıyor gözlerine.

Çingene Çayı.

Tek demliktir.
Beş çaylarına benzemez.
Yanında kurabiye de beklemeyin.
Tek demliktir, altta kaynayan suyu yoktur. Tek demliktir ve ocağın üzerinde değil, dizlerinin dibinde üzeri bez parçasıyla örtülüp, sıcak sohbetler eşliğinde sıcaklığı muhafaza edilir.
Tek demliktir. Ne hikmetse tüm mahalleye ikram edilmeye müsaittir.
Şık sofralarda içilmez. Yeri, usulü kapı önleridir. Gelen geçen, tanıdık tanımadık, sofralarına ve çayına tanıktır.
Ve ikrama hazırdır.
Şık değildir öyle alıştığınız üzere., Yağlı beyaz peynir yüz gram, üç beş zeytin ve muhakkak kahvaltıda kavurma da yenilir.
Etlidir sofraları, küfürlüdür dilleri.S en ben kadar da isyanları yoktur, mutludurlar. Şarkılıdır sohbetleri.

En güzel pozlarını objektife, düğünlerinde göbek atarken vermişlerdir.
Üç gün üç gecedir. Masal gibidir. Uzun boyludur düğünleri. Rakılar içilir.
Esmer tenlerine kırmızı pek bir yaraşır.
Erkeğin raksı ayrı, kadının ki ayrıdır. Erkeği raks ettiğinde uzun uzun açılır kollar, ağır ağır atılır adımlar.
Kadının raksında dokuz sekizliktir ritimler. Hani en göz alıcı, en seksapalinden.
Her figürü dişidir. Her figürü kadın. İç gıcıklatır.

Hani sahilde sevgilinle otururken,’‘Çiçek Al Sevgiline” diye başının etini yiyen o kadını raks ederken gördüğünde ağzın açık izlersin.
Daha güzel görünür esmer teni. Belirgindir gözünün sürmesi. Raks ederken ağzın açık izlediğin o kadını, ya çiçek satarken görürsün ya da bakla falı açarken. Fallarında da öyle paraya fazla yer yoktur, hayatlarında da olmadığı gibi.
Günlük yaşarlar, ömürlük severler.
Aşk vardır, umut vardır. Haa garanti verir, yemin de ederler fallarında. ”Allah Çarpsın”der ”Çıkar Tüm Söylediklerim Falımda”.

Çiçekleri tazedir. Evlerinin kapısının önünde demetlenmiştir. Çiçekleri arasından mahallenin güzel kızına muhakkak bir çiçek verilir. Deri cüzdanları yoktur. Hoş birikimleri de yoktur. Sipaliler hep hatunun sütyeninde gizlidir. Bakkalda, sokakta, pazarda hatta müşterilerine para üstü verilirken bile çekinmeden sütyenlerinde gizlendiği yerinden çıkarılır sipaliler.

Yazın kavun karpuz satar kocası, kışın bal kabağı. Faytonu varsa kocasının, bir de ihtiyar atı yazın adalarda yaşar kocası, kazanır ekmek parası.

Kocasından ayrı geçirdiği sıcak temmuz akşamlarında;

”Odayı boyadım sarıya,
Ateşte düştü bacaya,
Ne talihsiz romanım,
Düşemedim aynalı baroya.”
şarkısı dilinde ritim tutturur, şakırdatarak parmaklarını.

Kış, derttir onlara da. Fal bakacakları genç kızlar yoktur sahilde, yazın olduğu kadar. Ve kapı önünde edilemediğinden kahvaltılar, biraz mutsuzdurlar. Bu sefer de perdelerini ardına kadar açıp, çingene çayını sedirlerinin üstünde dışarıyı seyrederek içerler.

Has komşulardır onlar. Sana ne zarar verir ne de zarar verdirir. Düğününe de, cenazene de mutlaka gelir. Kandillerde helva yapıp dağıtırlar. Dağıtırken helvaları ”Vallahi temiz, çekinmeden ye.” der. Ne büyük yürektir onlar. Senin onu dışladığını bile bile ilk helva tabağını onu dışlayana götürür. Ramazanlar da teravih namazlarında camileri en çok onlar doldurur.
Başkalarının onlara çingene demesine hiç tahammülleri yoktur. ”Türküz biz.”deyip karşısındakini susturur. ”Bak” der. ”Kimliğimde ne yazıyor? Kocaman T.C.Bak arkasına burada da dini islam.”
Kabul ettirmeye çalışır kendini, buna hiç mecburiyeti yokken.

Bir odalı evlerde kral gibi yaşarlar. Günlüktür nefesleri Senin benim gibi gelecek kaygısı ile bugünü mahfetmez, dünü de özlemezler. Bedenleri göçebe, ruhları maceraperestdir.
Gün yüzü görmemiş küfürleri, bilmem kaç oktav sesleri, babadan yadigar çaldıkları enstrümanları, eh! azıcık biraz da sarmaları vardır çoğunun. Sesleri, yetenekleri ve insanlıkları daha fazladır, azınlık oluşlarından.
Vatanını, bayrağını severler. Türk bayrağını muhakkak asarlar düğünlerinde, hıdırellezde. Hiç işleri olmaz din sömürücüleriyle.
Kavgaları saman alevi gibidir. Küfür kıyafet bir de bakmışsın ki dans edilir.

Esmer tenlerinde bembeyazdır gözyaşları. Cennet onların çiçek buketlerinde. Yalanları sadece baktıkları fallarda. Yalanları da çingene pembesidir. Sevdiğine kavuşaksın der. Bunu da yalandan saymayın artık.

Hıdırellez yaşanmadan yaz gelmez onlara. Büyük ateşler yakılır, çalgılar çalınır. Üzerinden üç kez atlanır ateşin, dilek tutularak. Küçücük kağıtlara büyük dilekleri çizilip yazılıp gül fidanlarının dibine gömülür, hıdırellez gecesi. Hıdırellez bayramlarıdır.
Hıdırellezde rakı sofraları kadınlara kurulur. Zaten bir hıdırellezde bir de paça günlerinde rakıyı kadınlar yalnız içer.

Paça?
Gerdek gecesinin ertesi sabahı gelin-damadın yatak odası kapıları çalınır. Sağdıç, çarşaf sorar. Bekaretin kanıtı nişanlı çarşaf. O çarşaf nişanı gizlenerek sopanın ucuna takılır. Sağdıçlar önde, sopa ellerinde, çalgıcılar eşliğinde kızın baba evine giderler. Kızın annesi, damadın annesi aynı sofrada rakı içerler. Sözüm ona namus kutlanır. Kadının hiç bir ırkta ve hiç bir mezhepte kaçacak hiç bir yeri yoktur aslında. Ne olursa olsun namus kadının omuzlarındadır.

Çocukları oğlan olsun diye tutturmazlar. Kız da olsa, oğlan da olsa çok çocuk doğururlar. Azınlık oluş endişelerindendir bu.
Yirmibeşine gelmeden çoğunun beş çocuğu olur. Otuzbeşinde kaynana olurlar. Otuzyedisinde ya anneanne, ya babaanne ya da dede. Kadını da erkeği de sılayı da bilir, gurbeti de. Her biri kocasını uğurlamıştır askere, kına yakıp ellerine.

Çıplak ayak, karda kıyamette grip olmadan büyür çocukları. Ya faytonu kullanacaktır,  ya da kavun-karpuz satacaktır. Evin küçük oğlu büyüdüğünde. Kızı da onbeşinde sevdalıdır.

Bir odalık evlerini ya pembeye boyarlar ya da maviye.
Pembe aşktır, mavi umut.

Şakır şakır sularla yıkanıyorsa halılar, kapı önlerinde. Sevinmelisin, yaz gelmiştir.

Mahallenin küçük kızları büyüyüp serpildiğinde oğullarıyla birlikte, kulağını çekerler oğullarının. ”Sakın! kara sevdaya tutulma. Onu sana vermezler.”Çünkü kız beyazdır.

Çingene çayı boğazımdan geçti. Tadı damağımda hala, çocukluğum gibi.

Tek demliktir çayları, soğumadan tüketilir. Sevdaları da tektir, tek demlik çayları gibi.

Çocukken evlenilir, ölene dek sevilir.