Yastığının Kokusu.
Yıllar, uçar gider kuş misali.
Kayar gider avuçlarından. Seyredersin savunmasız.
Çocukluk gibi, gençlik gibi.
Keşkeler yığılmıştır diline.
Umut etmekten başka çaren yoktur, gelecekten.
Kuş misali uçan yılların değildir, yıllar içinde yaşadıklarından.
Aynı çorbaya kaşık salladığın, aynı çocukları büyüttüğün, aynı sevinçleri ve hüzünleri yaşadığın, eskilerin tabiriyle aynı yastığa baş koyduğun, birlikte kocamak için gençliğini paylaştığın yol arkadaşını uğurlamakta düşer uçup giden yıllardan payına.
Ve sonsuzluğa uğurlamanın tarifi yoktur.
Ve ardında bıraktığı, senin ruhuna sinen yastığında bıraktığı koku.
Kırklasan, denizlere daldırsan,küllere bassan çıkmaz giderken ardında bıraktığı yastığının kokusu.
Özledikçe sarılacağın yastığı, özledikçe bakacağın solmuş fotoğrafları kalmıştır geride.
Ama zihninde hep canlıdır sana bakan gözleri.
Nereye baksan o.
Her ses onun sesi gibi gelir zaman içinde.
Ellerine, yüzüne, bedenine, benliğine sinmiştir yol arkadaşının izleri.
Onun gibi bakamıyor, onun gibi gülmüyor, kimse onun gibi katlayamıyordur çoraplarını,
katlayamaz zaten.
O parmak uçlarına kadar ezber etmiştir seni.
Pilavı tutturamaz kimse onun gibi.
Bilir rakı içerken yanında sevdiğin mezeyi.
Bilir sevdiğin türküleri.
Türküleri hep onunla beraber söylediniz ki.
Bunları yapamaz kimse.
Bakamazsın kimseye ona baktığın gözle…
Yalnızlığa da alıştım zaten der.
Ve en büyük yalanını söyler,yol arkadaşını sonsuzluğa uğurlayan.
Alışamamıştır ki.
Bedeni olmasa da onun ruhuyla yaşadığını hisseder.
O ruhun üstüne bir de yastığının kokusu eklenince,kelimeler pek de yeterli kalmaz yaşadığı hasrete.
Bir annesinin kokusu, bir de annesinin külde pişirdiği patatesin tadını asla unutmayacağını düşünmüştür çocukken.
Hasretin kokusu, sevdanın kokusu geçmemiştir ki ne yüreğinden, ne de burnunun direğinden.
Zaten ne yaşadık ki? Diye sorgulamıştır aynayla yüzyüze geldiğinde.
Ben avareydim gençken der.
O çocuklarımızı büyüttü,ben yokken.
Uslandım, duruldum, başımı dizlerine koydum ki bir kasırga geldi aldı onu benden.
Sonsuzluğa götürdü.
Bana yadigar kaldı, yastığının kokusu.
Kıyafetlerin dolabında duruyor.
Havalandırmıyorum onları,kokun gitmesin diye.
Arada açıyorum gardrobun kapılarını, ev cananım kokuyor.
Terliklerin aynı yerinde.
Alyansını boynuma kolye yaptım.
Sevdiğin türküleri dinliyor, sevdiğin filmleri tekrar tekrar izliyorum.
Mahallenin çocuklarına şeker dağıtıyorum kandillerde .
Bayramlar sevimsiz sen yokken.
Bayramlarda kapımız çalınırsa, şeker ve bahşiş de veriyorum bayram çocuklarına.
Bahar geldi buralara, çiçekler açtı.
Sevdiğin menekşelerden dizdim penceremize.
Güneşli havaları , daha çok seviyorum sen gittiğinden beri.
Oysa yağmurları severdim bilirsin.
Güneşli havaları daha çok seviyorum artık.
Çünkü tıpkı saçların gibi sarı sarı vuruyor yüzüme.
Yol arkadaşını sonsuzluğa uğurlayan, artık fotoğraflarıyla konuşur.
Fotoğrafına ”Sarı saçlım, cananım der.
İhmal etmiyorum tansiyon hapımı.
Sigarayı bırakamadım.
Rakıyı azalttım.
Seni özledikçe içiyorum.
Ama seni her gün özlüyorum.
Mutfak camına konan senin misafir güvercinlerine, ekmek veriyorum merak etme!
Terastaki çiçekleri suluyordum geçenlerde, ortancalar seni sordular.
Gitti! dedim sessizce.
Kahvaltımı yapıyorum, merak etme!
Kızların iyi, oğlun da.
İhmal etmiyorlar beni.
Yolları düştükçe uğruyorlar bana.
Senli sohbetler edip, sensiz rakılar içiyoruz.
Bulaşık yıkamayı öğrendim.
Ütüde de fena sayılmam.
Çay da demliyorum.
Bir tek çayımın karanfili, cananım eksik.
Geçenlerde yemeğin dibini tutturdum.
Dalmışım hayallere.
Hayallerde sen vardın, üzülme.
Yuvarlanıp gidiyorum işte.
Nefes almaya çalışıyorum.
Geride bıraktığın yastığının kokusunu içime çektikçe.”
Zeki Ağabeyimin Canoş’una ithafen.
16/04/1976
16/04/2013